Şairleri Seven Bir Şair; Nüzhet Erman

     
      İlginç olan bu.
      Şair Nüzhet Erman, kendisinin dışındaki şairleri de seviyor.
      Tuhaf değil mi?
      “Niçin?” 
      “Böyle demekle ne söylemek istiyorsunuz?” dediğinizi düşünüyorum.
      Anlatayım.
      Nedense bizim şairlerimiz, kendilerinden başka bir şaire sıcak bakmazlar, okumazlar, onu hiçbir yerde, hangi sebeple olursa olsun, asla öne çıkarmaz, anmazlar.
      Bunun temelinde yatanın ne olduğunu biliyorum; okumamak.
      Ah, bir okuyabilsek… Okumayı becerebilsek!
      Ha, bir de okutmamak.
      Her devrin okutulmayan bir ya da birçok şair var. Bunlardan birisi de Yunus Emre’dir.
      Şaşırdınız mı? 
      Görelim derim:
      “Öldürülecekti okuyanlar – Yunus’un nefeslerini
      Fetvasına göre Ebussuut Efendi’nin”
      (Hem Hürriyet – Hem Ekmek, s. 27)
      Okumamak birinci, okutmamak ikinci baş belâmız.

      Kalabalık şairler arasında bulundum, şiir günlerine katıldım. Yüze yakın şairin beraber olduğu şiir şölenlerinden birini, başından sonuna kadar izledim. Bu etkinlik sırasında, üç-beşiyle aynı masada oturdum. Genelde çok defa konuşulan, ne kendimiz, ne içimizden biri, ne de ünlü-ünsüz herhangi bir şairdi. İki şair yan yana geldiysek; birinci, ikinci ya da üçüncü kişiden de asla söz etmedik.
      Peki ne mi konuştuk? Edebiyat mı? O da değil…
      Havadan sudan, aklınıza ne gelirse onlar, konuşulan şeyler.
      Nüzhet Erman, farklı.
      O, kendisinin dışındaki şairleri de seviyor.
      Bu şairlerin içinde Pir sultan Abdal, Yunus Emre, Aşık Veysel, Dede korkut, Köroğlu, Hacıbektaş-ı Veli, Mustafa Kemal Atatürk, Ahi Evren, Dede İsmail Efendi, Mevlana Celalettin Rumî, Ebussuut Efendi, Abdülhamit, Karacaoğlan, Nedim, Sait Faik, Abdülhak Hamit, Orhan Veli, Ziya Osman Saba, Yahya Kemal ve Tevfik Fikret başı çeken şairler.
  
       Söze şair padişahlarla girmek istiyorum. Onlar hem “padişah ve şair”, hem de “şair padişah”tırlar.
      BENİ BİR GÖZLERİ ÂHUYA ZEBUN ETTİ FELEK
      (Yavuz Sultan Selim)
  
      Baktım yanında bostancıbaşı – tebdil gelen bir şair 
      Dördüncü Murat’mış meğer
  
      Beylerin – sultanların şairliği – bizde 
      Kadı Burhanettin’e kadar gider
  
      Benim bildiğim – padişah kısmı 
      Mecliste şair olmalı – meydanda er
  
      Toprak vatan olur – kul insanlığını bilir 
      Padişah şairse eğer
  
      Padişah ol milletin – şair ol kelimelerin 
      Hakkını ver
  
      Nice boyunlar vurdurur da şair padişah 
      Bir gözleri ahuya boyun eğer
  
      Ama – dört iklim – yedi düvel hikâye artık 
      Yok – padişahlara da – şairlere de – bu kötü dünyada yok artık yer
  
      Yine de – Mehmet – Selim – Süleyman gibi 
      (Zümrüt sorguç – al kısrak – gümüş eyer)
  
      Ama buyurmak için değil – sevmek ve doyurmak için insanları 
      Padişah ve şair – şair padişah olmaya değer
      (Hem Hürriyet – Hem Ekmek, s. 49-50)
      Gördüğünüz gibi bir şiirinde; “Beni bir gözleri âhuya zebun etti felek” diyen şair padişah Yavuz Sultan Selim’den hareketle, kendileri de şair olan Dördüncü Murat, Kadı Burhanettin, Fatih Sultan Mehmet, Kanunî Süleyman isimleri de anmaktadır. Onlar nice boyunlar vurdurdularsa da, bir ceylan gözlüye boyun eğdiler, uğruna şiirler yazdılar. Padişahlıkları sırasında, şair de olduklarından olmalı, toprağımızı vatan ettiler, buyruklarındakilere insanlığı öğrettiler.
      Nüzhet Erman işleyeceği “tem”e göre, şair padişah isimlerini seçerek sıralamıştır. Bu şairler ve bütün şairlerle ilgili olarak, gerçeği net olarak anlatmıştır: “Yok – padişahlara da – şairlere de – bu kötü dünyada yok artık yer”.
      Şairler için ne zor durum değil mi?
      “Nedim’den Orhan Veli’ye Kadar” adlı şiirinde Nüzhet Erman, sevdiği şairleri kendilerinin en belirgin özellikleriyle anlatıyor. Bir yerde onları bize tanıtırken, kendi kimliğinin de ipuçlarını bize veriyor. İstanbul’u yaşatan, bu şairlerdir. Onlar ölümsüzdür. Çiçek Pasajı deyince sabah mahmurluğunu orada üzerinden atan Sait Faik akla gelmez mi? Löbon Abdülhak Hamit ve Lüsyen’i, uzaktan duyulan bir şarkı ve beyaz sandal Nedim’i, deniz üstü meyhaneleri Orhan Veli’yi, sardunyalarla süslü aşı boyalı bir ev Ziya Osman’ı, Kanlıca sırtları Yahya Kemal’i, Boğaz Tevfik Fikret’i kare kare gözlerimizin önüne getirir değil mi?
      Nüzhet Erman mı? O da bütün bu şairlerin mezarına, sevdikleri çiçekleri bırakarak, onları anar.
      NEDİM’DEN ORHAN VELİ’YE KADAR
 
      Havasını – suyuna – toprağına karışmıştır 
      Ama – kim demiş – arayıp bulmak zor
  
      Ölümsüzdür – gerçek şairleri İstanbul’un 
      İstanbul – biraz da – rahmetli şairleriyle yaşıyor
  
      Bak – her sabahki mahmurluğunu – Sait Faik 
      Yine – serin serin – Çiçek Pasajı’nda açıyor
  
      İşte Abdülhak Hamid – yanında Lüsyen hanım 
      Löbon’da beş çayını içiyor
  
      Bir şarkı – uzaktan uzağa ve beyaz bir sandal 
      Allah bilir ya – Nedim Efendi geçiyor
  
      Orhan Veli – şu anda – bir deniz meyhanesinde 
      Garanti kafayı çekiyor
    
      Aşı boyalı bir ev (küpeler – sardunyalar içinde) 
      Kapısından Ziya Osman çıkıyor
  
      Yahya Kemal – yeni bir ilhamla dalgın 
      Arada bir Kanlıca’ya bakıyor
  
      Yine – bir kavga ve hürriyet şiirine eğilmiş Tevfik Fikret 
      Canım Boğaz – önünden – boş yere akıyor
  
      Ve Nüzhet – bu mısralarla – hepsinin toprağına ayrı ayrı
      Sevdikleri taze çiçekleri bırakıyor
      (Hem Hürriyet – Hem Ekmek, s. 37-38)
      Erman, akla önem veren bir şair. Bu özellik, tenkitçi düşünce yönünün şiirlerine kolayca yansımasını sağlamıştır. Bir şiirinde;
      Küfür yürek soğutur
      Küfür halis yelpaze
      Tuz – biber – rakı – tütün ne ise
      Küfür de odur
      (Hem Hürriyet – Hem Ekmek, s. 46)
      diyen şair, vazgeçilmez bir özelliğimizi sergilerken, haşhaşın yasaklanmasını da eleştiriyor. Afyonlu Osman Attilâ’ya ithaf ettiği “Haşhaş” adlı şiirinin bence en çarpıcı mısrasını örneklemek istiyorum: “İnsandır sütü bozuk olan – haşhaş değil”. Şair, dokunup geçtiği problemleri mısra mısra sıralarken, ne yapmamız gerektiğine de ışık tutuyor. 
      “Sanma ki kel tepeleri yeşerten – suya ve güle boğan
      Yeni bir Hazreti İbrahim gelecek
      ….
      “Ya bu deveyi güdeceğiz – ya gideceğiz bu diyardan”
      Bu işte – kısaca – kaskatı gerçek”
      (Hem Hürriyet – Hem Ekmek, s. 86)
      Erman, daha çok sevdiği şairleri baş köşeye oturmak için olmalı, onların adlarını mısralarında dile getirmekle kalmamış, bu isimlere ayrıca kitabında bölüm başlığı olarak da yer vermiştir; “Yarı Köroğlu – Yarı Karacaoğlan” gibi.
      Erman, söz konusu şiirinde biraz da hepimizin insan yanını, milletimizin öne çıkan özelliklerini sıralar gibidir. Bizim milletimiz hem Köroğlu, hem Karacaoğlan değil midir? Yürekse onda var, öteki milletleri gerçekten sevmekse onda var. 
      Gerisi hikâye. 
      Hiç yorum yapmadan, bu güzel şiirle sözlerimi tamamlamak istiyorum.
      Beğeneceğiniz umudundayım.
      YARI KÖROĞLU – YARI KARACAOĞLAN
      Beğenmiş – yurt edinmiş ama 
      Gazi Ertuğrul oğlu Osman
  
      Bizim değil sanki Anadolu 
      Anadolu – eşittir – ter – toprak ve kan
  
      İstemiş yalnız – (Al – bu da senin) – dememiş 
      Bunca bey – bunca sultan
  
      Sular var – azgın – gem vurulmadık
      Demir var – petrol var – karanlıkta parlayan
  
      “Hey gidi deve çanlarıyla uzayan yol1ar” 
      Yine uzak Erzurum – yine uzak Van
  
      Çakmaklı tüfekle kıçı kırık kağnı 
      Mangal gibi yürektir Osman’dan kalan
  
      Hasta1ık – fıkaralık – gariplik 
      Düşman1ık – kalleşlik ve yalan – dolan
  
      Az çekmedi kahrımızı – hâlâ çekiyor 
      Böyle memlekete can kurban
    
      Yörüklük var serde – kıl çadırlı 
      Dağlardır – hürriyettir bizim olan
  
      Sırasında zeybek – sırasında Bektaşi 
      Sırasında Nasrettin – göle maya çalan
  
      Biz şair milletiz 
      Yarı Köroğlu – yarı Karacaoğlan
      (Hem Hürriyet – Hem Ekmek, s. 51-52)
      Başka ne diyebiliriz? Gerçekten biz şair milletiz. 
      Erman mı? İşte bu milletin en güzel yol göstericilerinden bir şair.
      Hem hürriyetin, hem ekmeğin şairi.
      Gerçekten şair!
      12 Mart 2007

      Oyhan Hasan Bıldırki
      Hem Hürriyet – Hem Ekmek, Nüzhet ERMAN
      Bilgi Basımevi, Ankara 1974 Fi: 15 TL

Yorum bırakın