Sevmek Varken’in Düşündürdükleri

      karaer10

      Hisar’da yazdığımız bir yazıda [1] Karaer’den söz açmış, onun, şiirlerini bir kitap halinde toplamadığından yakınmıştık.
      Herhalde Karaer, yakınışımızı hoş görmüş olacak; benim kadar, Hisar okuyucularının da beklemiş olduğu ilk kitabını yayınladı. Çetin A. Özkırım’ın düzenlediği nefis bir kapak ve özenli bir baskıya sahip olan “Sevmek Varken”in [2] yayınlanışı sebebiyle, dost Mustafa Necati Karaer’i kutlularım.
      Nüzhet Erman’ın deyimiyle “naneci”lerin kol gezdiği, ödüllü yarışmalarda at oynatır oldukları, barut, kan, kin ve intikâm kokularının, marksist diyalektiğinin günümüz edebiyatına oturtulmak istendiği zamanda; Karaer, SEVMEK VARKEN’i yayımladı. Küfrün, yabancı ideolojilerin, nefretin ve bilmem neci eylem salatalarının “şiir” diye yutturulmak çabalarının sürdüğü bir zamanda Sevmek Varken?.. Neyi, kimi, neleri, kimleri niçin sevmek? İşte özü ve sanatı ile Türk olan Karaer, bu soruların cevabını verir ilk kitabında.

      Kitaba ad olan şiirinde şöyle der Karaer:

      Sen, sabahlarla gelen düş rüzgârı;
      İçimde, ak güvercin kanatları
      Gün doğarken.

      Anadan doğma güzelliğinde dal,
      Upuzun bir düzlükte öyle dörtnal,
      Kar yağarken.
      Bu çeşmeler, hep böyle akmayacak!
      Bunca tedirginlikler, bunca yasak,
      Sevmek varken?

      Şiirin özüne dokunmadan -ki Karaer şöyle der bu konuda: “Şiirin oluşumunu açık seçik ortaya dökmek, didik didik edebilmek, onun özüne ve tabiatına aykırı düşer.”[3] – Karaer’in söylemek istediğini açalım biraz. “Düş rüzgârı” teminden hareket eden şair, Türkiye’mizin mutlu olacağı zamanı yakalar, insanımızın kendi kendine yeter olabileceği anı arar. Siyasî çalkantılar, ideolojik tartışmaların yapıldığı o günler Türkiye’sinin “ak güvercinler” vasıtasıyla barışa, arzuladığımız sükûn ve huzura kavuşacağına inanır. Ona göre bunca kavga ve gürültünün arasında, “Anadan doğma güzelliğinde dal” olan bozulmamış bir nesil, günlerin kötülüğüne rağmen, Türk’ün var olma savaşını sürdürecek, ülkemizi düze çıkaracaktır.
Özlenen, beklenen güne ulaşılmıştır. 12 Mart öncesi bütün hızı ve şiddeti ile devam eden komünist tahrikleri, molotof kokteylleri artık susmuştur. Oysa “Sevmek Varken?”, ülkemizin kaderiyle oynamaya hangimizin hakkı vardı?
      168 sayfa olan kitap; Sevmek Varken, Halı Destanı, Bir Albümden Resimler, Anadolu Penceresi ve Gecelerle Gelen bölümlerine ayrılmış. İlk bölümün ilk şiiri olan “Samanyolu ve Şiir” üzerinde durmak, tam olmasa bile, şairin şiir anlayışını verir bize. İlk çocukluk günlerinde ona göre şiir, dinlediği “masallar”dır.  Sonra ilk gençlik ve ilk göz ağrısı “rüyâ” olan şiiri ortaya korken, hüznün ve kederlenme duygularının şiirini, sonra sonra, aranılan şiiri ilhâm eder.
      Karaer’in aradığı şiir; bir sihirli anahtardır, onunla bütün kapılar açılır.

      İşte ikiye bölünmüş bir dünya,
      Başka rüzgârlar, başka türküler,
      Ateşle oynuyor insangiller
      Düşen cemre filân değil suya
      Korkular, korkular, korkular…
      Artık baharlar gelmeyecek dünyamıza
      Bütün kapılar kilitli,
      O sihirli anahtarını çevir
      Umudum bir sende kaldı şiir.

      Halı Destanı ile şiirimize yeni bir destan anlayışı doğmaktadır. Bu anlayışa şimdilik ben, “toplumsal destan” anlayışı diyeceğim. Her birisi birer bağımsız adla anılan bu destan, beşer mısralı kıtalardan dokunurken, son kıtalara altıncı mısraın ilâvesiyle birer ilmek atılmış. “Renklerin Uykusu” adını alan ilk şiirin başlangıç mısralarını almadan geçemeyeceğim.

      Gökyüzü, kuşlar, şeftali çiçekleri
      Herkes kendi türküsünü çağırır.
      Halı, deyip de geçmeyin insanlar,
      Bizim de uykumuz gelir geceleri,
      Bizim de bir insan yanımız var.

      Şairin Anadolu Penceresi adını verdiği bölümde yer alan on bir şiirde; Anadolu insanının dramı, terk edilmişliği, çaresizliği ve yalnızlığının yanında, inancı, imanı, cesareti, yiğitliği ve kahramanlığı var.
      Anadolu Penceresi’nde şöyle seslenir Karaer:

      Dağ yollarına vurdum kendimi
      Deli atlar gibi, dağ yollarına,
      Havada kara bir bulut var.
      Yıldızlar bırakmış elimi,
      Yıldızlar bana küs, ana
      Havada kara bir bulut var.

      Anadolu insanı yalnızdır. Ne yapacağını, hangi yöne gideceğini kestiremez. Kendilerine bel bağladığı yıldızlar (aydınlar), ondan yüz çevirmiştir. Dikenli kabuğundan çıkan kestane nasıl kabuğunu beğenmez ise, bizim aydınlarımız da aynı yol üzerindedir. Böbürlenen kestane, nasıl bir diş kovuğunu doldurursa, onlar da yabancı ideoloji çarklarına yem olmuşlar, giderek insanımıza ters düşmüşlerdir. Aydın-halk çıkmazı veya çatışması sonucu ufuklarımız kara bulutlarla kapanmıştır. İnsanımız; yüreğinin ortasında Ağrı dağını taşır olmuş, atom çağında, ayağını deve dikenleri yolmuş, tezek kokusundan kurtulamamış, “Allı Gelin”i Kızılırmak’a kaptıranlardan hesap soramamıştır. Hâlâ atadan kalan türkülerle avutmuştur kendini. Ve:

      Göz göz olur Anadolu kurakları,
      Sızlatır ağam, sızlatır yürekleri,
      Dağ başlarında telgraf direkleri
      Memleket memleket çeker yalnızlığı.

      Telgraf direklerinde dile gelen yalnızlık sürüp gitmiştir biteviye. Ama bir Karaer, bir Erman, bir Yavuz Bülent, bir Çınarlı ve Sâmanoğlu bu yalnızlığı şiirleştirerek, önümüze sermişlerdir.
      Senin İçin’den aldığımız dörtlükte Anadolu’nun yalnızlığını dile getiren Karaer, “Mustafa Kemal’i Düşünürken” adlı şiirinde, yıllardır ihmâl edilmiş, susturulmaya çalışılmış bir büyük eksiğimizi ortaya koymuştur.

      Sevdikçe, inandıkça, çalıştıkça
      Sonrasızlığın penceresinde
      Mustafa Kemal’ler büyür, büyür, büyür.

      Önderimiz M. Kemal’den hız alan yeni nesil, elbette insanımızın dertlerine eğilecek, onu, yıllardır uğraştığı karasabandan kurtaracak, atom çağına ulaştıracaktır. Türk insanı, aydınlarımızdan bunu istemektedir. Yoksa “naneci”lerin özlediği Marksist cenneti (!) değil.

      Kitabın son bölümünde ölüm ve yaşamak üzerinde duran şair, ölümü erkekçe karşılayan bir masal şehzadesine benzer. “Korkunun tüfek çatan askerleri”, ne kadar gemi azıya alırsa alsınlar, şair için vız gelir. Karaer ölümden korkmaz. Onun şiirinde Cahit Sıtkı’da rastladığımız korku yoktur. O, sanki ölüme dosttur. Ama bu dostun zamanla kalleşçe tuzaklar hazırlayacağını da bilir. Ve ölüme yiğitçe meydan okur.

      Sen de beni öpemez misin ölüm,
      Yağmur dudaklarınla öyle güzel?
      Ben, korkacak adam değilim,
      Geleceksen, hadi erkekçe gel!

      Bir başka şiirinde: “Ölüler Nasılsınız?” diyen şair; onlara günümüz insanından haber verir. Onların zamanında işleyen dünya kuralları, hâlâ işlemekte. Yalan, dolan, kahpelik ve kalleşlikler hâlâ devam etmektedir. Bu ortamın insanı şu mısralarla çizilir:

      Yağmurları siz de biliyorsunuz
      Özlemle toprağınızı öperler;
      İnsanlar, insanlar çıldırdı iyice,
      İnsanlar birbirini yerler.

      Sağlam bir dil yapısına sahip olan Karaer, şiirde bütünlük fikrine ve âhenge dikkat etmiştir. Hemen her şiirinde dil-şekil-vezin-âhenk endişesini duyan şair, konuya da önem vermiştir. Millî veznimiz heceyi kâh eski şekiller, kâh yeni şekiller içinde vermeye çalışırken, serbest vezinle de başarıya ulaşmıştır.
      Gerçek şiirden yana olan, şiir dostlarına Karaer’in Sevmek Varken’ini muştularım.[*]

      Oyhan Hasan Bıldırki
      _______________________________________
      [1] M. N. Karaer’in Şiiri Üzerine, Hisar s. 68 – sh. 27
      [2] Sevmek Varken, Hisar Yayınları – 1972, fi: 10 TL
      [3] M. N. Karaer Anlatıyor, Çağrı, s. 172, sh. 17
     
[*] Sevmek Varken’in Düşündürdükleri, Hisar Dergisi, Sayı: 108 s. 20 – 22 / Aralık 1972

Yorum bırakın